Küçük beyaz mantar hikayesi

çayırda küçük beyaz mantar

Küçük beyaz mantar hikayesi
Yaprakların arasından kurtulduğunda ve gün ışığından gözlerinin kamaşması geçip kendine geldiğinde, etrafındaki her şey sanki hep oradaymış gibi gözükmüş gözüne… “neler kaçırdım kim bilir!” diye geçirmiş içinden ve hemen etrafında olup biteni izlemeye koyulmuş.. Biraz daha kaldırabilseymiş kafasını, gökyüzünü görecekmiş, ama o kadar küçükmüş ki, bir türlü buluşamıyormuş gözleri herkesin anlatıp da bitiremediği mavi renkle… Biraz da bu kadar küçük olduğu için büyülenirmiş gördüğü her şeyden.. Bir de gördüğü her şeyin, hatta yere serilmiş her bir yaprağın kendine has bir rengi varmış… Her şey o kadar uyum içindeymiş ki, herbir rengin ayrı bir adı olduğunu öğrenince çok şaşırmış sonradan…

Oysa yeşille sarının, sarıyla turuncunun, turuncuyla kahverenginin günler boyu süren sevişmelerine şahit olur, rüzgar eşliğinde gerçekleşen içiçe geçmelerine imrenir, rüzgar dinip izlediği sevişmenin etkisiyle farkında olmadan tutmuş olduğu nefesini can havliyle bıraktığında, artık hiçbir rengin eskisiyle aynı yerde olmadığını farkeder, değişimin kendisini nasıl kaçırdığına üzülür, bir sonraki yer değiştirme oyununu kaçırmamaya söz verirmiş kendi kendine… Onun ancak aynı rengin ayrı tonları olarak ifade edeceği tüm renklerden başka, etrafındaki hiçbir renkle iç içe geçişi olası gözükmeyen, pek de hoşlanmadığı bir rengi varmış oysa… “kendi türünden beklenmeyecek şekilde pürüzsüz bir rengi” varmış..

Günboyu birbirleriyle sevişen yapraklar yorgun düşüp, kendilerini sakinleşen rüzgarın kollarına bıraktıklarında dönüp sohbet ederlermiş mantarla.. Diğer mantarların böyle pürüzsüz renkte olmadığını da onlar söylemiş. “hemen hepsinin yüzeyi seninki gibi pürüzsüz ve yumuşak, ama böyle bembeyaz bir mantar pek sık rastlanan bir şey değil.” demiş yapraklardan en kırmızısı ve aynı sebeple en kendini beğenmişi ukala bir tavırla.. Bunu iltifat olarak mı söyledi, yoksa kendini garip hissetsin diye mi, emin olamamış küçük mantar..

Bunu da oku :  Rüyada mantar görmek

Bütün yaprakları kıskanırmış aslında; tüm ormanı küçücük bedenleriyle hükmediyormuş gibi gözükmelerini, koca ormanın zeminini oluşturmalarını, gün boyu oradan oraya aylak aylak gezmelerini… Her şeylerini kıskanırmış kısaca.. Pürüzsüz yüzeyde pürüzsüz bir renge sahip olmanın, pürüzsüz bir yüzeyde değişik renklerle lekelenmiş olmaktan daha sıradan olduğunu düşünürmüş… Hep aynı yerde kalacak olduğunu düşündükçe sıkılır, hiçbir şeye uymayan sıkıcı beyaz renginin yerine sahip olabileceği binlerce tonu gördükçe kıskançlığı artarmış… Yaprakların en kırmızısı, az bulunur renginden dolayı bu denli beğenirmiş kendini.. Ama küçük mantar bir sebebi daha olduğunu düşünüyormuş içten içe; diğerlerinin hepsinden daha koyuymuş rengi, kahverengiye en yakın renk yani..

Kahverengi, ağacın rengiymiş… Kocaman bedeniyle sessizce durur, doğayla yaptığı anlaşma doğrultusunda mevsimler değiştikçe dönüşür, ama koca bedenini hiç teslim etmezmiş değişime.. O tüm renk değişimlerini izler ama gövdesiyle hiç dahil olmazmış bu döngüye… Sanki her şey onun kontrolü altında gibiymiş.. Müdehaleye gerek bırakmayan bu düzenin gizli hükümdarı oymuş sanki.. Öyle hissedermiş mantar, hayranlık duyarmış ağaca.. Beyaz renginden rahatsızlık duyduğu zamanlarda zorlukla da olsa gövdesini ağaca döner, ağacın rengiyle aralarında oluşan zıtlığın aslında ne kadar güzel olduğunu izler, bir tek onunla uyum içinde hissedermiş kendini.. Bu dönüş aslında çok uzun ve sancılı bir süreçmiş… Günlerce, hatta haftalarca sürdüğü olurmuş, böyle zamanlarda mantar küçücük bedeniyle doğaya meydan okur, güneşin nereden geldiğine aldırış etmeden milim milim dönermiş yüzünü ağaca… Etrafta başka mantarlarının olmamasına sevinirmiş hatta yüzünü ona döndüğünde, ormanın en heybetlisiyle aralarında özel bir bağ olduğuna inanırmış.. Kırmızı yaprak bile canını sıkmazmış öyle zamanlarda… Kafasını ne kadar kaldırırsa kaldırırsın sadece bir kısmını gördüğü gövdesine sahiplenmeyle karışık bir sevgi duyarmış..

Onu izlerken yüzüne bir tebessüm yerleşirmiş mantarın, “ne sevimli küçük bir mantarsın sen” demiş ağaç bir keresinde… Ne diyeceğini şaşırmış mantar, ağaç pek konuşmazmış onla, kimseyle de pek konuşmazmış zaten.. Sadece hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda olabilecek en kısa ve net şekilde müdehale edermiş.. Ormanın sözcüsü ve hatta koruyucusuymuş sanki… Cevap verememiş mantar, yüzündeki gülümsemeyi büyültmüş sadece, “çok sevimli küçücük bir mantarım ben” demiş içinden, ağaç duymuş gibi gülümsemiş sanki belli belirsiz.. Mantar ufacık bedeninin yaprakların arasından büyüyüp tam da onun dibinde serpilmiş olmasından gizli bir gurur duymaya başlamış…

Bunu da oku :  Kusursuz bir cinayet silahı olarak MANTAR

Böyle zamanlarda yüzünü diğer tüm renklere dönüyor olmasını dert etmez, doğru olmadığını bildiği halde aynı kökten yetişmiş olduklarına inandırırmış kendini.. Mantar ağaç onla konuşmazsa konuşmazmış ağaçla, heyecanla bir şeyler söylemesini beklermiş.. Mevsim değişikliklerini severmiş bu yüzden, dingin ormanda konuşacak bir şeyler çıkarmış.. Ama o gün ormanda yürüyüşe çıkan bir çift mantara doğru eğilince “kurtar beni!” demek istemiş.. Kadın mantara uzanmış, parmaklarını üstünde gezdirmiş küçücük bedeninin… “seni seviyorum” demek istemiş mantar.. Kadın “ne kadar beyaz sevimli bir mantar” diyip yanındaki adama sarılmış… Uzaklaşmışlar yanından… Kalbi hiç bu kadar hızlı atmamış mantarın daha önce, “beni koparabilirlerdi, ama ağaç hiçbir şey yapmayacaktı” diye öfkelenmiş biraz sakinleşince.. Belki biraz da bu öfkeyle, ve de daha önce yapraklardan duyduğu bilginin teyidini almış olduğundan, ilk kez ağaç konuşmadan konuşmuş.. “biliyor musun, benim gibi bembeyaz olan mantar yokmuş hiç buralarda.. Genelde hep lekeli oluyorlarmış… Bu pek hoşuma gitmiyordu aslında ama galiba ben hepsinden daha güzelim.” demiş.. Kendisinin bile şaşırdığı bir kibir kırıntısı hissetmiş sesinde… Ama ağaç oralı olmamış.. “bilmem, burda daha önce hiç mantar yetişmemişti.” demiş..

Bunu da oku :  Yemiyorum ki, satıyorum!

Gizlice verilmiş bir söz gibiymiş ağacın söyledikleri, mantar içinde sıcacık bir baskı hissetmiş.. Köklerini düşünmüş, “mantarların güçlü kökleri olmaz.”mış.. Bildiği her şeyin yanlış olduğunu anlamış o anda.. Köklerinin ne kadar güçlü olduğunu hissetmiş.. Ve yokluğunda hiçbir şey kaçırmadığını anlamış… Boynunu eğip gövdesini ağacın gövdesine yaslamış.. “burada yetişen tek mantar benim” diye fısıldamış yerdeki yaprağa… Ağaç göz ucuyla mantara bakmış, kabuğunun altındaki rengi, yani aslında gövdesinin çoğunluğunu oluşturan rengi paylaşmayı düşünmüş mantarla.. Vazgeçmiş sonra.. Tüm tezatlıklarıyla bile olsa tamamlıyorlarmış birbirlerini.. Özlerinin ne kadar benzediğini kimse bilmese de olurmuş…
( Defne Duman – hikayeler.net )

Click to rate this post!
[Total: 1 Average: 5]
(Visited 56 times, 1 visits today)

Related posts

Leave a Comment